19 Eylül 2012 Çarşamba

aaa sen yaşıyor muydun ya?

Buraya yazmayalı ne kadar oldu bilmiyorum.Ama anlatacaklarım doldu da taşıyor.Ya fırsat bulamadım ya da canım istemedi buraya yazmaya.Hatta bir ara kapatmayı bile düşünüyordum ama okul açıldı malum yazarım artık bir şeyler diye kapatmadım.

Tatil tatil değil de fotokopi makinesi gibi geçti gitti.Sıkıcı,monoton ve son zamanlarda pek verim alamadığım bir tatilden sonra okulun açılmasına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.Aslında üzülüyorum,tamam.

Okul güzel gidiyor gibi.Yani sınıftaki bazı iki ayaklı hayvanlar gitmiş.Sınıf sessiz kendi halinde bi şey olup çıkmış.Ben bu duruma çok seviniyorum tabi,gerek kitap okumak ,gerek dersi dinlemek daha kolay oluyor.Gerçi en sevdiğim bi arkadaşımdan ayrıldım fakat onuda kısa bi sürede halledecek gibiyiz.

Neyse sınıfa  yeni gelenler olmuş,öğretmenler tümüyle değişmiş.Sistem değişmiş,giriş çıkış saatleri değişmiş  ve biraz daha geç çıkmamıza ve ders saatlerinin 5 dk uzatılmasına rağmen güzel olmuş.Okula bu sene kontenjan olarak çok öğrenci almışlar ,teneffüsler de filan canını seven sınıftan çıkmıyor,öğle arası boğazına düşkün olan yakınlardaki cafelere veya yemek yenecek yerlere gidiyor.Aslında okul biraz iğrençleşmiş.Çoklaşmışız.

Okulun ilk günü okula erkenden gitmeme arkadaşlarla buluşmama rağmen teee ne zaman sınıfa varabildim bilmiyorum.Hayır bir insan 1 saat konuşma yapar mı?Bizim okulun müdürüyse yapar.
Ayaklarımı tam hissetmiyordum ki sonunda sınıflara gidebildik.

Yeni öğretmenler sürekli , nasıl başlarsa öyle gider kafasıyla böbürlenip durdular.Çok sinir bozucular tabi ki.Bir de sınıfa iki tane kız gelmiş.Sıra altından makyaj tazeleyen kızlar var ya onlardan işte.İki de bir konuşanlara laf sokmaya çalışıyorlar filan tam böyle alıp ağız burun kırmalık kızlardan.Yakında çıkışta kavga filan ederlerse şaşırmam.Bi de erkekler bunlara yavşıyorlar,götlerini kaldırıyorlar iyice uyuz oluyorum.Sonra neden kızlar bizi üzüyor,neden yalnızım lan mal sence sıra altından makyaj yapan kızdan hayır gelir mi?Bi düşün alaşkına bi düşün.

Bir de  alamıyorum bu insanlar neye güvenip kendilerini büyük sanıp,diğer insanları küçümsüyorlar anlamıyorum.Bu ne egoistliktir.Bu ne saçmalıktır.

Ne yani sen kendini kanıtlamaya çalışırken diğer insanları eziyorsan kanıtlamak yerine kendini eziyor olursun.Bu ego tatmin etme çabalarını,cool olma çabalarını bi bırakın mınakoyim artık ya.

Neyse tamam sakinim.İlk 2 gün normal bi şekilde geçti.Bu gün de normal geçti.Öğretmenlerle bir sorun veya tartışma yaşamayarak kendime şaşırmış olsam da geçti gitti işte.

Söylemeden geçemem ; biri sıra arkadaşıma ''sen ne kadar sessizsin,off çok sıkıcısın,amaan seninle de oturulmaz'' laflarını götüne sokmasını söyleyebilir mi?Hayır konuşmam konuşmam mınakoyim.Senin gibi her başımdan geçeni her gördüğümü anlatmak zorunda değilim.Ben sana bi sus mınakoyim diye ağzına vuruyor muyum?Tı allam ya.

Neyse onu da sustururum yakında.Susar yani,başka çaresi yok.

Not:Bugün Ebrar'ın doğum günü.Buradan anneme,babama,teyzemlere,amcamlara,halamlara,Almanyadaki dayımlara selam söylüyorum.Bir de Ebrar'ın doğum gününü kutluyorum ^^

6 Eylül 2012 Perşembe

Where is my mind?

Bugün sabahın köründe,gözünde,götünde ebesinin a*ında (körümüz göz deyince şu video geldi bak aklıma ne güzeldi ) kalktım.Göz kapaklarım nasıl ağırlaşmış anlamam.Gözlerim resmen böyle tatlı tatlı kaşınıp,yaşarıyordu filan.oyş.Neyse sabahın köründe 1 saatlik araba yolculuğundan sonra bir yere gittik.Buraya hiç girmek istemiyorum çünkü anlatılacak bir yer değil.

O yerden ayrıldıktan sonra yine 1 saatlik yol teptim ve ayaklarım bana isyan etmeye başladılar.O yürümeye rağmen nasıl bu yazıyı yazabiliyorum bilmiyorum,atsam demek ki.Hatta giderken yolda çok güzel yerler keşfettim.Kafeler,dedeler,dericiler,arnavut kaldırımlar,cumbalar,komiklikler,şakalar filan.Bir tane el sanatları kafesinin fotoğrafını çektim hatta.Dışarıda adam duruyordu ''bi fotoğraf çekebilir miyim?'' diyerek adamı içeri kovaladım ve adam ''tabi'' dedi ama adamda bir mutsuzluk,hüzün vardı.Böyle güzel yerlerde de insanlar mutsuz olabiliyorlarmış demek ki.Kafeye bak yan tarafta.Çok güzel di mi?

Dışarıda hayat var gençler.Mutluluk,gerçeklik,güzellikler var.Güzel güzel kafeler güzel güzel insanlar var.Gezmek en iyisi bence.Bu kafede yeni mekan olabilir.Neden olmasın.

Uzun bir yolculuktan sonra Furkan'ın analog fotoğraf sergisine gittim.Tumblrcılar (tumblrcılar da neyse msşdgşsdg) olarak oradaydık hep.Ama çok hoş bir yerde yaptı sergiyi.Ve çok güzel bir sergi oldu.Bir ara pixies,placebo tartışması oldu bizim grupta hatta şu şarkıydan orada da bahsettim.Çok güzel dinleyin bence.

Sergide iyi hoş konuştuk,gülüştük ama hala nasıl uykum var anlatamam.Gözlerim hala kaşınıyor. Murphy'nin el atmadığı günüm yoktur.Ne zaman bir plan yapsam mutlaka el atar.Bugünde her şey üst üste geldi diyebilirim.Diğer arkadaşlarımın da bugün buluşup beni çağıracakları tutmuş.Ben ne güzel oturuyordum tumblr ahalisiyle, bi siktirip gidin bi insan 32534 kere aranmaz ki ya.

Sergiden çıkıp yine at gibi yol teperek diğer arkadaşlarımın yanına gittim.

Bi baktım bunlar en pahalı kafe de götleri başları ayrı oynuyor.Nargileler,tavlalar filan.O hesabın götlerine gireceklerinden hiç haberleri yok tabi.Yer şey iyi hoş,yedik içtik gideceğimizde bi hesap istedik 94 liraaoaoaaaa.Ben dedim ama o hesap götünüzden kan alacak dedim dedim inanmadılar paşa paşa ödediler hesabı.Bende ödedim tabi.

Kafeden çıktıktan sonra dağıldık,tranvayla gidecekler bir yere,otobüsle gidecekler bir yere.Bende yine at gibi bi tranvayla öküz gibi yolu teptikten ve o gürültüyü çektikten sonra sonunda kafamda 034234636 tane fille birlikte eve döndüm.O sayının başına 0 koyunca numara sanılıyor ama değil.Neyse eve geldim gelmesine de hemen karşımızda  düğün yapıyorlarmış.Kafamdaki filler halay çekiyorlar yeminle.Eve geldim ya dinlenmek için,daha beter oldum.

Ha bir de unutmadan artık buraya ne sıklıkla yazarım bilmiyorum.Çok üşeniyorum buraya yazmaya.Öyle işte.
Bu yazı da burada biter.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

At yazısı.

Bugün belki bir ay olmuştur bilmiyorum ama uzun bir süre sonra dışarı çıkmaya karar verdim.

Çantamı,fotoğraf makinemi,bisikletimi kısacası değerlilerimi aldım çıktım evden.Bisiklet sürmeyi çok seviyorum.Uçuyormuşum gibi hissediyorum.Hele birde ayağa kalkıp rüzgara karşı sürmek beni benden alıyor.Fotoğraftaki bisiklet hayalimdeki bisikleti temsilen orada duruyor.Çok güzel ama değil mi :)

Saçımı kestirdiğime en çok bugün sevindim.Gerçi biraz kötü oldu ama saçlarım uçuştu uçuştu,durunca sönen balon gibi yapıştı kafama arap saçı gibi;karmakarışık.Fakat şu sağa sola hızlıca sallayıp bir anda duruvermek varya işte o olaya bayılıyorum saçım karıştığında da öyle yapınca düzeliveriyor.

Her neyse biraz bisikletle gezindikten sonra bizim eve yakın olan büyük bi alışveriş merkezine girdim.Kitapsandan kalem aldıktan ve birkaç mağaza gezdim.Bi ara gezerken bi kıyafet mağazasında görevli peşime takılmasın diye telefonla konuşuyormuş gibi yaptım.eheheheh sizde deneyin onaylı %100 çalışıyor .



Alışveriş mağazasından çıktıktan sonra kulaklığımı taktım yine bisikletle zik zak çizerek giderken bi duvarda Şebnem Ferah diye bi yazı gördüm.Aslında şaşırdım benim yaşadığım şehirde öyle her duvara yazı yazılmaz hatta pek yazı yazılmaz ama buraya yazmışlar.Bende Şebnem Ferah'ı severim onun için hemen fotoğrafını çektim ^_^

Sonra fazla oyalanmadan eve döndüm zaten sıcaktı kendi terimde boğulabilirdim yine ıyk neyse.Eve gelince de photoshop yaptım.Ben bu photoshop gibi şeylerle uğraşmayı seviyorum ya.İyi kafa dağıtıyor öneririm.

Ha bi de bugün sonsuza kadar yalnız olacağımı anladım.Benim alın yazım at yazısı.Kendi yalnızlığımla ölecem galiba.Bari bi bisiklet arkadaşım olsaydı diye dua ediyorum Tanrı'ya.Ama bekliyorum işte.Beklemek sonunda bi şey olacağını bilmek ama bende o umut da yok bilmiyorum ki hiç valla.Neyse ben daha fazla saçmalamadan gideyim de biraz başka işlere bakıyım en iyisi.

20 Temmuz 2012 Cuma

Hayatımın fon müziği sendin aşkım.

Bugün odamda sabırla iftarı bekleyip kitap okurken sık sık yüksek sesle Serdar Ortaç,Hande Yener,Demet Akalın ya da özetleyecek olursak Kral TV müziklerini dinleyen komşumuz yine atağa geçti.Fakat bu sefer daha önce hiç açmadığı bir şarkıyı açtı.Daha doğrusu herkes tarafından tanınmadan önce,Kral TV'de yer almadan önce,dalga geçilmeden önce, trent topik olmadan önce severek dinlediğim ama sonra her yerde isyeaaaaağğğğnnnnnnn yazılarını görünce soğuduğum şarkı.Anladınız siz.

Tabi ben odamda tek başıma,sessiz ortamda kitap okuduğum için hemen duydum tabi şarkıyı.Bir an başımı kitaptan kaldırdım.Halil Sezai isyan ettikçe ben adeta bir dizi-film yıldızı gibi gözlerimi uzaklara daldırdım.Sanki etrafımda kameralar dönüyor gibi hissettim.Bi hüzünlenme oldu bende tabi ama o muhteşem uzun isyeeeeeaaaaannnnn gelince ayıldım.

Ama kim ister hayatının fon müziğinin Halil Sezai-İsyan olmasını? Bende istemiyorum işte.Ben hayatımın fon müzikleri olarak yani böyle içinde bulunduğum ruh haline göre çalacak olan şarkıları şöyle sıralardım;

Mutlu anlarda ;

''Tarif edemediğim'' anlarda ;


(H)üzün(tü)lü anlarda ;

Meze olanlar;


Yürürken ise Coldplay çalsın  hep çalsın çok çalsın ama bir de bu çalsın.

Ama en çok bunu isterdim.

(Türkçeleri de başka zaman artık.)


Ama müzik zevkimi merak edenleri şöyle almalıyım.Burada unuttuklarım olabilir.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Bütün kitaplar bedava olduğunda, dünya daha güzel bir yer olacak.


Bugün dedemin verdiği kitap harçlığını kullanmaya gittim.Belki duymuşsunuzdur rampalı çarşı diye bir yer.Orada her yer kitapçı olduğu için orayı tercih ettim.Evet orada her yer kitapçı ama kitapçıların hepsi de kazıkçı.Sanarsınızki sahaflar yani o derece pahalı satıyorlar.2-3 tane ucuz , ikinci el satan yerler var fakat onları bulmak ise ölüm.Zaten sıcaktan böbreklerim bile terliyor onları bulmaya çalışmak terinde boğulmak gibi bi şey olur.Ay iğrençleştim.


Neyse.Çarşıya varınca kitapçılar arasında mal mal gezindim.Nerde ucuz olur diye dükkan sahiplerini kestim filan ama yok bi türlü ucuz ve ikinci el satan bi yer bulamıyorum.


  • İkinci el kitapları seviyorum.İçinde geçmişten kalan notlar , geçmişten kalan yaşanmışlıklar,sayfa köşelerine sıkıştırılmış cümleler var.
Bu sefer bir değil 3-4 kitap almak için geldiğim için iyice sinir oldum,kasıldım,gerildim. Ama rekorum 4 ve ilk defa bu aynı anda birden çok kitap alacağım ve kitapçıları zerre tanımıyorum.Lanet olsun bu hayat lanet olsun bu sevgiğğğğmmmmm!!Tamam sakinim.


Eğer kitapçıların arasında aylak aylak gezen,dükkan sahiplerini kesen(indirim yapar mı yapmaz mı diye),tabelaları inceleyen biri görürseniz bilin ki o benim.Bi kitap almak bu kadar sorun olamaz heralde diye düşünüyordum.Genellikle abim aldığı ve benimde denk gelirse aldığım için hiç bu sorun yaşamamıştım, beynim tok sırtım pek yatıyordum .ama iş başa düşünce bu kadar zorlanacağımı da tahmin etmemiştim.


Kestiğim dükkanın birine girdim.Adama ikinci el kitap satıp satmadığını sordum.Adam satmadığını fakat kitapların ucuz olduğunu söyledi.''Hangi kitabı arıyorsunuz?'' diye de ekledi.Bende ''Çizgili Pijamalı Çocuk'' dedim.Adam gülmemek için kendini zor tutuyormuş gibi bir surat ifadesiyle bilgisayarı kurcaladı.Yanındaki çocuk ise hiç kendini tutmadı direk güldü yani.Hayır kitapçısın yani hiç mi duymadın.''Bir Mâniniz Yokda Annemler Size Gelecek'' diye kitap varken buna mı gülünür yani.Allahım sen beni nelerle sınıyorsun.


Adam bilgisayardan gözünü ayırıp çocuğa kitabın yazarını sordu.Çocuk ne derse beğenirsiniz?
-Bu şey işte şu küçük aptalın büyük dünyasılı bi şey de değil mi? ,dedi.
Evet aynen böyle söyledi.Galiba Pucca'yı tarif etmeye çalıştı ama olmadı tabi ki.Ben hemen atıldım;
-Hayır ya ne yaptınız siz yazarı John Boyne bu kitabın.Saçmalamayın. dedim.


Çocuk bozuldu adam ise ciddi bir şekilde tekrar bilgisayara baktı.Sonra bana bakıp kitap 14 lira dedi.Bende teşekkür edip ayrıldım hemen oradan.


Bir yukarıdaki ikinci el kitaplar satan dükkana gittim fakat orada da aradığım kitapların hiçbirini bulamadım.Sonra bir başka dükkana gittim.Adama ''Ben, Çizgili Pijamalı Çocuk,Puslu Kıtalar Atlası ve Yüzyıllık Yalnızlık kitaplarını arıyorum fakat uygun bir fiyata.'' dedim.Adam gitti beş dakika sonra geri geldi elinde Çizgili Pijamalı Çocuk'la birlikte.''Bu 10 lira'' dedi.Bende içimden iyi ucuzmuş dedim.Sonra adam tekrar gözden kayboldu geri geldiğinde elinde Yüzyıllık Yalnızlık vardı.Bu 20 lira dedi ve tezgaha koydu.Evet adam kitabı 20 liradan tezgaha koymuş olabilir bu da bana koyabilir.İçimden ''Kalk kalk buradan da sana hayır yok.'' dedim ve o dükkandan da ayrıldım.


Tam bari biraz hava alıyım sonra tekrar girerim çarşıya diye kapıya yönelmiştim ki bi kız tezgahın arkasından bana ''Kitap mı arıyorsunuz?'' diye seslendi.Ben ''Yok kesme şeker arıyorum'' diyecektim ama tabi ''evet'' le kapattım olayı.Kitapçıda böyle bir soruyla karşılaşırsanız sizde terslemek istersiniz eminim ki.


Kız dükkana davet etti beni.Hangi kitapları aradığımı sordu.Bende kitap isimlerini verdim.Onu beklerken tezgahtaki kitaplara bi göz atmamı istedi ve gitti.Elinde istediğim kitaplarla döndü.Sonra da fiyatını sorduğumda hepsinin 25 lira olduğunu söyledi.Bende tabi bundan iyisi şamda kayısı diyerek kabul edip verdim parayı.Çıkışta keşke ilk oraya gitseydim diye içerlendim ama hava öyle bir sıcaktı ki hemen tranvaya koşup evimin yolunu tuttum.


Şimdi ise Çizgili Pijamalı Çocuk'un kılıfı ile sevişiyoruz.Lütfen rahatsız etmeyiniz.

17 Temmuz 2012 Salı

Çayır çimen geze geze oooo

Geçen hafta bari memlekete gidelim diyerek çıktık evden.Ben iyiydim evde pek gitmek istemedim ama annem durdurmadı tabi ki.Bu yaz aslında memleket dışında bir sürü gitmek ve gerekleştirmek istediğimiz tatil planlarımız vardı fakat hepsi suya düştü.Neyse zaten bu havada denizi olmayan bir yerde tatil yapmak ölüm olurdu.Ama ben öldüm öldüm dirildim.Evet.Çünkü gittiğimiz yerde deniz yoktu.
  • Çayır çimen vardı.
  • Ovalar vardı.
  • Gözlemeler vardı.
  • Bin bir çeşit çiçek vardı.
  • Tarlalar vardı.
  • Büyük insanların ,eski evleri vardı.
  • Eski evlerde antika eşyalar vardı.
  • Yanaklarını sıkıp öpmek istediğim bir sürü yaşlı insan vardı.
  • Toprak yollar vardı. 
Ve daha nicesi güzel şeyler vardı.

Bir çok yere gittik.Sanki şu bir hafta bir yıl gibi geçti gitti.Ama güzel şeylerde getirdi.Anneannemin duasını,dedemin kitap harçlığını getirdi ehehe Bir sürü kadraja giren misafir geldi gitti.Bir çok şey öğrendim yine.Dedemin hikayeleri,anneannemin öğütleri.Bir çok şey kattım ruhuma ve sıcak ama çok sıcak yolculuklar yaptım.Ve çoook toz yuttum.Toz yutmaktan akciğerlerim kuruyacaktı,zor kurtuldum.

Bir çok yere gittik.Her gün başka bir yer.Arabamız evimiz oldu.Çayır çimen geze geze oooooooo mode on durumundaydık.Eğlendik ama çok yorulduk.

Asırlık ağaçların altında,püfür püfür esen rüzgarla , sıcacık çayla oluşan o hoş sohbetler hiç bitmesin istedim.Yolculuk olmasa oralarda aylarca hatta yıllarca gezmek isterdim.Yeni kopan domatesler,çekirdeği tatlı kayısılar her şey tatlılığından ölebilirdi.Hormonsuz,el emeği göz nuru meyveler yemenin verdiği huzur....

Peki ya ayrılık?Eve dönmeyi yapacağım yolculuktan istemedim ama eve döneceğim için istedim.İnsanın kendi evi gibisi yok ama arada böyle ayrılıklar yapıp evi özlemek gerek bence ve bu ilişkilerde de olmalı.(olamadı)

Her neyse bu tatilden sonra evde de yapacağım bir sürü iş var.Öncelikle odamı temizleyip ,kendi evimde serin bir duş aldıktan sonra fotoğrafları yüklemeliyim.Ve 2 gün içinde de dedemin kitap harçlığını kullanmalıyım.O kadar çok alınacak kitap var ki önce hangisi alsam diye düşünmeden edemiyorum.Artık listemde olan ve kitapçı da gördüğüm ilk kitabı alacağım başka yapacak bir şey yok.

Bu da böyle güzel bir haftaydı.Tatillerde dedemleri ziyaret etmezsek olmaz.Yani bu tür günceleri yine yine yeniden görebilirsiniz artık.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Hayatın bana kıçıyla gülme şekli.

Bugün yine yürüyüşümü yaparken ,müziğimi dinlerken, mutlu mutlu etrafıma gülücükler saçarken sinirlerim yükseldi.Böyle bi hüzne boğuldum.Yani bazı şeyler sinirimi bozuyordu evet ama bu sinir bozukluklarımın mutlu olduğum anlarda ortaya çıkması benim hem sinirlerimi yeniden bozuyor hemde hüzünlendiriyor.

Kendimi kimsenin yanına koyamıyorum.Ne bir arkadaş olabiliyorum ne bir sevgili.Kalp kırmak veya soğuk davranmak konusunda yarışma olsa jüri üyeleri bile bana küser ve yarışmayı terk eder.Buna eminim.

İnsanları kendimden soğutuyorum.Bunu nasıl yapıyorum bilmiyorum.Farkında bile olmuyorum.Aslında öyle olmadığımı zannediyorum ama soğuk olduğumu duyuyorum.Kendi kendime yaşamak istiyorum evet ama insan bazen dinlemek istiyor.Karşılıklı sohbet edip çay içmek istiyor.Başkalarını dinleyip dertlerine ortak olmak istiyor.

Monotonluk tak etti artık.Tek başına maceralar yaşayan,hayallerini gerçekleştiren insanları kıskanıyorum.Benim hayallerimi gerçekleştiren insanlardan nefret ediyorum.

Ben ise bilgisayarımla ilişki yaşıyorum resmen.Ama yakında bilgisayarımın da kalbini kırarım herhalde.Kitaplarımı küstürürüm.Kesin.

Kendi kabuğuma da sığmıyorum artık.Boğuluyorum,bunalıyorum.

Beni rahatsız eden yalnızlık mı yoksa kimsesizlik mi bilmiyorum.Her insan yalnızdır aslında çünkü yalnızlık göreceli bir kavramdır.Ve yalnız olmak değil hissetmekte önemlidir.Ruhen yalnız olmak bedenen yalnız olmaktan daha kötüdür.Kalabalığın içindeki yalnızlık daha da acı verir insana.

Bende acı çekiyorum.Bende mutsuzum.Umudumu kaybediyorum yavaş yavaş ama bir mucize bekliyorum.Sabırsızlanıyorum.Bu anları yaşamak istemiyorum.Tüm istediğim bu.Çok mu şey istiyorum?


Tüm bu satırların yazılma sebebi ise ; yürüyüşte bir yerde iki sevgili gördüm.Sohbet ediyor,yiyişiyorlardı.Sonra biraz daha ileride iki arkadaş gördüm.Gene sohbetin dibine varmışlar,eğleniyorlardı.Demek istediğim tamamen buydu işte.Böyle şeyleri gördükçe,sürekli zihnimi didikleyen o düşünceler tekrar geliyor aklıma.


Umarım ilerleyen senelerde bu yazılarımı okurda kendime acırım.''Vay be ben o aralar ne kadar mutsuzmuşum'' derim.Umarım..

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Adını Şerafettin koydum.

Biliyorum bu cümleyi çok kullanıyorum ama yine söylemeden edemicem; tek sosyal aktivitemin markete gitmek olduğu şu günlerde yine ablamla çıkalım biraz gezelim dedik.Hem hava alır hemde iki insan yüzü görüp geri gelecektik.
 Evden çıktık.Apartman girişinde pembe bi zarf gördüm ve o an Ebrar'dan mektup beklediğim aklıma geldi.Neden gecikti ,adresi yanlış mı verdik acaba diye düşünmeden edemedik ama gelmişti işte sonun.Zarfın üzerinde bizim daire numaramızı da gördükten sonra iyice anladım zarf banaydı.Hemen ablamın arkasından koştum elimde zarfla yolun ortasında ''mehhhtıp gelmiişşşşş'' diye bağırıyorum.Gören beni deli zannedebilirdi ama son günlerde hiç bu kadar sevinmemiştim.Ama zarfta pul yok yani bi pul olaydı iyi olurdu.Neyse.Yolda okuyamayacağım için hemen çantama attım mektubu.
     Ablamla önce şehrin en büyük alış veriş merkezine gittik.Hafta içi pek kalabalık olmadığı için pek alış veriş merkezine benzemiyordu ama beni bilen bilir ben sakin ortamları daha çok severim.
          Her neyse bir kaç mağaza gezdik.Kitapsan'a gittik filan derken bş baktık başka gezecek yer kalmamış.Ablam hadi şu lunaparka gidelim dedi.Pek kalabalık değildi dediğim gibi ama aletlerin çalışmasına değecek kadar insan vardı.Biz de biraz eğlenelim dedik ama ablam yanında bozuk para kalmadığını söyledi ve deli gibi banka aradık.Ya sanki tüm bankalar bize gıcıklık olsun diye kurulmuş.Civarda tek bizim işimize yarayacak olan banka yok.Tüm bankalar var ama.Nasıl sinirlendik belli değil.
           Sonra ablam ben şuradan otobüsle banka olan yere gidiyim sen bekle deyince ayrıldık birbirimizden.Ben tekrar lunaparkın o tarafa döndüm.Biraz yürüdükten sonra bi banka oturup Ebrar'dan gelen mektubu okumaya karar verdim.Nasıl yaladıysa artık bi türlü açılmadı zarf.Birazcık yırtıldı ama olsun.Zarfın kapağını açar açmaz bi yazıyla karşılaştım.Biraz sırıttıktan sonra kağıdı okumaya başladım.Bir insan beni yazılarıyla ancak bu kadar mutlu edebilir.Yani neredeyse ağlayacaktım.Bana Fırat çizmiş Fırat ya Fırat Fırat.Benim zayıf noktalaramı bilen tek insan Ebrar.
          Kağıdı okuduktan sonra zarfın dibine baktım ve kalpli kitap ayracı,10 kuruş(10 kuruş bulunma nedenini kimse anlayamacak sadece biz ) ve bir de küçük dipnot buldum.Ama ben bi yandan deli gibi sırıtıyorum bi yandan da zarfı karıştırıyorum.Etraftakiler ban kim bu ilkel insan diye bakmış olabilir ama ben o an mektuptan başka hiçbir şey düşünmüyordum.Bir de bana şarkı hediye etti canım benim :)(Sözüm ona; Ebrar sokakta olduğum için kahve içemedim ama eve gelince içtim sayılır mı kankasının gülü?)
         Ablam geliyorum ben sende lunaparkın önüne çık deyince kalktım yerimden.Bi yandan elimdeki poşetleri tutmaya çalışıyorum bir yandan mektubu çantama koymaya çalışıyorum tam bi rezillik yani.Ama en mutlu anlarımdan biriydi.

        Neyse ablam geldi biraz lunaparkta oyalandık ve karnımız acıktı tabi doğal olarak aslında doğal diyemicem çünkü benim o saatlerde karnım acıkmaz midemi kontrol altında tutmaya çalışıyorum.Fakat bir günlük kaçamağım olsun di mi?Gidip aldığımız menüleri afiyetle mideye indirdikten sonra ben sonunda aradığım kaktüsü buldum.
          Küçücük saksısı,sallanan gözleri,bıyığı filan tam bi eşek sıpası ya.Adını Şerafettin koydum.Arada şero,bıyıklı,dayı,dede,dikenli,tüylü gibi terimler filan kullanırım ben.Neyse iyi anlaşacaz gibi gözüküyoruz.İyi bi ikili olduk yani.Ben güvendim Şerafettine.Hem o , sırtımdan dikenini batırmaz. 
       Bugün çok mutluydum.İçimden kesin akşam birilerine sinirlenirim bu günü tamamen mutlulukla geçirmiş olamam diyordum ve evet şu anda birilerine sinirliyim.Neyse en azından dertleşebileşeğim bi dedem oldu.

19 Haziran 2012 Salı

Bu devirde sara'na bile güvenmeyeceksin.

Bugün gene yürüyüşümü ve sporumu yapmak için her zamanki yere gittim.Ne çok kalabalık ne çok sakin hoş bir yer.Şimdi burada spor gerekli,sadece zayıflamak için değil hep gerekli gibi bıdı bıdı yapmıycam.Ama ben bir-iki kilo fazlamı vermek için,hemde yaz tatili evde oturup göt büyütmemek için yapıyorum.

Her neyse tam kulaklığımı takmış,hızımı almış,şarkının ritmiyle yürüyüşüme başlamışken kaldırımın ortasında yatan bir adam kalkmaya çalışıyor fakat kalkamıyor.Biraz yaklaşınca ağzından köpükler çıktığını,titrediğini gördüm.Yoldan vızır vızır arabalar geçiyor fakat biri bile ne olmuş bu adama deyip durmuyor.

Bende ilk defa epilepsi(halk dilinde sara nöbeti) nöbeti geçiren biri gördüğüm için biraz tedirgin oldum fakat sonra bisikletiyle bir genç geldi adamın yanına bende ondan cesaret alıp gittim adamın yanına.Ambulans çağıralım mı iyi misiniz derken bir araba durdu yanımıza.

Arabada ki adam indi geldi  gayet sakin bir şekilde ''ben doktorum'' dedi.Bir anda gözüme o ''aaaçççıııığğğğllııığğğn beenn dohtorummmm!'' sahnesi geldi ama bu adam gayet sakin olduğu için ciddiyetimi bozmadım, zaten adam yerde yatıyor korkmuşum o sahneyi düşünecek durumda değildim.Doktor kaldırdı adamı.Tabi biz kaldıramazdık koskoca adamı ama doktor bir çırpıda kaldırdı.E bir de o doktor alışıktır böyle şeylere.Neyse adam oturdu su filan verdik.Doktor ''ilaçlarını aldın mı'' gibisinden sorular sordu.

Meğersem adam ilaçlarını filan almış ama yaklaşık 2 kilometrelik yolu yürüyerek gelmiş(miş).Doktor uyardı ve ardından kimliğini istedi.Baktı kimliğe ''ben bu ismi duydum tüm 112'ler de var bu isim,kalk kardeşim ayıptır,bak böyle yapıyorsunuz para istiyorsun insanlardan ayıp ayıp'' dedi.Ve ben donakaldım.O nasıl bir inandırıcılık.Birde yardım istemiyormuş gibi bize gidin gidin geçer diye böyle daha inandırıcı olmaya çalışıyor.Bu adama oyunculuk teklif edilsin yani o köpükler filan gerçekten pes!Fakat tabi doğal olarak adam itiraz etti ben para filan istemedim dedi ama doktor, polis çağırmadan git deyince adam kalktı biz de bi cık cık cık çekip devam ettik sporumuza adamsa geldiği yoldan geri döndü.

Hayır madem inandırıcı olmaya çalışıyorsun filan neden o kadar yol geldiğin yere geri gidiyorsun tı allam.Bu tür insanlar yüzünde gerçekten hasta olanlara inanılmayacak.Gerçekten çok yazık.Yani madem paran yok git çalış,böyle saçmalıklara ne gerek var.O kadar yere yatıyosun ayıp ya.Bir de hiç bir şey olmamış gibi devam ediyorsun yoluna.


Bu tür insanlarda utanç,ayıp,dürüstlük namına bir şey kalmamış.Artı hastalıklardan bile yararlanmaya çalışıyorlar.Ne insanlar var.İnsanlık ölmedi, bu tür insanlar yüzünden cinayete kurban gitti!


Dipnot:Yeyip yeyip kilo almayan ,hiç spor yapmadan zayıf kalabilen insanlardan nefret ediyorum!

18 Haziran 2012 Pazartesi

Pazar günlerinin mutlulukla bir ilgisi olmalı.


Hiç gerçekleştiremediğim pazar günüm.Ama bir gün gerçekleştirmek için can attığım bir pazar günüm.

            Sonunda pazar günü geldi.Pazar günlerinin mutlulukla bir ilgisi olmalı.Hava da çok güzel.Sanki bugün her şey bisiklet yolculuğum için düzenlenmiş.Saat 2 ve ben saat 4 de yola çıkmalıyım.Bir duş alıp çantamı hazırlamalıyım.Yatakta keyif zamanı değil şimdi.Keyfime bisikletimle gittiğim çimenlerin üzerinde devam ederim.

Çantama gerekli malzemeleri koyarken heyecanımı bastırmak için derin bir nefes aldım.Çok heyecanlıyım.Belki bunu binlerce kez yaptım fakat her seferin aynı şiddetle heyecanlanıyorum.Bisikletim beni heyecanlandırıyor.Bir günlük mutluluk bile bana yetiyor.

Sonunda çantamı hazırladım.Yiyeceklerim,mektuplarım,müzik kutum,kalemlerim,defterim,mayom,fotoğraf makinem ve kitabım.Hepsi benim kıymetlilerim.Hepsini kullanmasam bile sanki bir tanesi bile eksik olunca ruhumdan bir parçam evde kalmış gibi oluyor.Bisikletimin tekerleri tamam,frenleri düzgün,zincirlerde sağlam ve yola çıkmamam için hiçbir nedenim yok.

Bisikletim benim içimi okuyor sanki.Beni hiç yormuyor.İlk olarak mektupları kutularına attım.En çok sevdiğim yol mektup yolu çünkü yokuştan aşağı iniyorum ve neredeyse hiç pedal çevirmiyorum.Saçlarım uçuşuyor.Uçuyormuşum gibi hissediyorum.

Mektupları kutuya ulaştırdıktan sonra sıra ormanda biraz maceraya atılmaktı.Birazda fotoğraf çekmek.Fotoğraf çekmeyi seviyorum.Bitkileri,hayvanları,bulutları…Bana mutluluk veren şeyleri bir kareye alıp, izledikçe huzur buluyorum.Veya bazen sadece izliyorum.Genellikle de bulutları izliyorum.Hareket edişleri çok ilgimi çekiyor.Hareket halindeyken sis halini alıp bir araya gelince tekrar bulut oluveriyorlar.Bunu videoya almak istiyorum ne zamandır.Fakat sürekli erteliyorum.

Sonunda çimenlere geldim.Buraya sürekli gelirim.En güzel kareleri burada yakalıyorum.Çimenlere uzanıp bulutları izliyorum.Bulutların hareketleri buradan daha güzel izleniyor.Burada bir saatlik uyku çekmeliyim.Galiba bulutları videoya alma işini bugün halledebilirim.Tek ihtiyacım olan tripod ve tripodumun yanımda olması büyük şans.Tripodu ayarlayıp bende güzel,huzurlu bi uyku çektim.

Uyandığımda gün batımına 2 saat kalmıştı..Bir saat uyumuşum.Bir saat boyunca makinem yerinde oynamamış, umarım güzel şeyler yakalamıştır.Ama makinem benim dilimden anlar.Ona güvenim sonsuz.Eve gidince göz atarım.Şimdi zaman kaybetmeden bir şeyler atıştırmalıyım.Meyve suyum,ekmeğim ve dedemin bana hediye ettiği sefer tasım,hepsi hazır.Karnımı hemen doldurup , eşyalarımı topladım.

Şimdi sırada kadrajıma misafir olan nesnelerin,bitkilerin ve hayvanların isteklerini yerine getirmek.Sanki ben onların anlık fotoğraflarını çekerken onların yaşam hikayelerini dinlemiş, onlarla anlık sohbet etmiş gibi hissediyorum.Evet, birkaç tane fotoğraf yakalamayı başardım.Bu kadar yeterli, tatmin oldum galiba.

Bisikletime bir günaydın deyip selam verdikten sonra beni kumsala götürmesi için ona komut verdim.Dediğim gibi o beni dinliyor ve anlıyor.On dakika sonra kumsaldaydım.Pazar günü olmasına rağmen çok kalabalık değildi.Dedelerinin ebeveynlik yaptığı birkaç çocuk,kendi halinde pazar keyfi yapan aileler, ve bu güzel günü değerlendiren sevgili-arkadaş grupları.

Hemen mayomu giyip denizin serin kollarına bıraktım kendimi.Denizde yüzerken en sevdiğim şey sırt üzeri kendimi serbest bırakıp sanki uçuyormuşum hissine kapılmam.(Kuşları kıskanıyorum çünkü denize girmeden,bisikletle hızlanmadan uçuyorlar.Dünyaya bir daha gelmeye niyetim yok ama bir daha gelirsem martı olarak gelmek isterdim.)Her denize girişimde, on dakika böyle bir dinlenme yaşıyorum ve huzurlu bir şekilde biraz yüzdükten sonra yorulup çıkıyorum denizden.Gene böyle yapıp hem kurumamı bekledim hem de biraz güneşlenip kitap okudum.On beş dakika kitap okuduktan sonra bisikletime tekrar binip evimin yolunu tuttum.

Her pazar günü yaptığım bu serüven beni çok mutlu ediyor.Zamanımı iyi kullanmama yardımcı oluyor.Yalnızlığımı değerlendirmemi sağlıyor.İnsan, yalnız olunca da mutlu oluyor bunu kanıtlıyorum sanırım.Beni mutlu ediyor.Huzur veriyor.Söylediğim gibi ;pazar günlerinin mutlulukla bir ilgisi olmalı.

15 Haziran 2012 Cuma

Fazla oksijen kafa yapar.

Ev alma komşu al diye boşa dememiş atalarımız.Komşu gerçekten insanın hayatını olumlu ve olumsuz yönde etkileyen önemli unsurlardan biridir.Artık komşuluk ilişkisi diye bir şey kalmadı diyenler doğru yerde yaşamıyorlar derim ben.İnsanlık tabi ki de ölmedi.Bizimde sizden iyi olmasın ama çok iyi çok sevdiğimiz komşumuz var.Kahvaltıları , beş çaylarını genellikle beraber içeriz,yeriz.Biz onu severiz, o bizi sever.Dün sabah ablamla benim bu sıcakta sürekli evde durduğumuzu ve sıkıldığımızı sezdiği için bizi kendi dağ evine götürmek istemiş.Bizde zaten sıcakta evde filan durulmaz diye hemen pılımızı pırtımızı toplayıp çıktık evden.Annemin araba kullanması her zaman işimize yaramıştır komşumuzun arabasını da alıp kız kıza(ah pardon komşumuz torunu olan 4 yaşındaki Selim de bizimle geldi) gittik dağ evine.

Yollar çok virajlı olduğu için içimiz dışımıza çıktı tabi.Ama annem virajlarını nasıl döneceğini iyi bilir direksiyonu çok kırmadan ve arabayı çok sarsmadan ulaştırdı bizi dağ evine.Yolda mağaralar mı ararsınız,şehir manzaraları mı ararsınız her şey vardı.Bir kaç kare yolda yakalayabildiğim kadar yakaladım.Ama arabanın içinde pek net olmadıkları için imha ettim.

Eve varmadan evvel hangi kuyudan geldiği belli olmayan ama tadı şeker gibi ve berrak bir suya sahip olan çeşmede durup hem şişeleri doldurduk hemde su içtik.Çeşmede ve etrafında şaşırdığım şey şu oldu ; çeşmenin vanası yoktu ve diğer çeşmelerde de olmak üzere her çeşmenin yanında insanların su içebilmesi için bardak türü kap vardı.Bu bana biraz garip geldi yani kimse de bir art niyet olmadan orada ihtiyaçlarını görüp su içip serinliyorlar.Ve o bardakları temizliği açısında birbirlerine güveniyorlar.Eğer o çeşmeler ve kaplar şehir merkezinde olsaydı kimse o kapları kullanmazdı çünkü şehir merkezinde insanların gözleri buğulanıyor ve güvensizleşiyorlar.Bence böyle olmamalı.

Annemler su dolduruncaya kadar bende biraz etrafa göz attım orada bir araba gözüme takıldı.Eskimiş ve bir teneke yığınından başka bir şeyi kalmamış araba.Aklımdan geçenlerde dile getirdiğim ''Keşke dedelerimin birinden VW Beetle kalsaydı da bende yenileyip,temizleyip kullansaydım.'' sözüm aklıma geldi.Bu yenilemeyi,restore etme işini bu arabada da kullanabilirim diye aklımdan geçirmeden edemedim.Düzenler,temizler,tamir eder ve çok güzel bir karavana çevirebilirdim arabayı.Ama bunu sadece içimden geçirdim ve arabanın bir fotoğrafını çekip annemlerin yanına geri döndüm.

Her neyse suyumuzu içip şişeleri doldurduktan sonra sonunda vardık eve.Ev çok güzel ve şirindi.Kocaman bahçesi çok güzel manzarası vardı.Bahçede bin bir çeşit çiçek ve kiraz ağaçları vardı.Hemen kiraz ağaçlarına dadandık.Ve kirazların tadına  doyamadık diyebilirim.

Ben o bin bir çeşit çiçeği hemen karelere aldım.Hepsi sanki kadrajıma girmek için birbirleriyle yarışıyorlardı.Bende hemen hepsini tek tek çektim.Bahçede fototuruna(kendi tabirimle) çıktım.Bir sürü güzel kare yakaladım.Sadece kelebek yakalayamadım.İstedim fakat kelebekler ani hareketler yaparak uçuyorlardı ve bir yerde uzun süreli konup durmuyorlardı.Bende elimle yakalamak istemedim zaten , kanadını kırarım kıyamam diye düşündüm.

Bir iki saat sonra başım ağrımaya başladı.Anlam veremedim baş ağrıma , yani böyle güzel bir ortamda nasıl başım ağrıyabilirdi.Sonra annem sizi oksijen çarptı dediği an nasıl şaşırdım anlatamam.Nasıl yani şimdi ben çok fazla oksijen aldığım için başım ağrıdı.Bu bana tamamen saçma geldi.Yani inanamadım.Şehir merkezlerinin oksijeni bile yapay , bunu fark ettim.Neyse ki 20 dakikalık bi uyku çektim de başımın ağrısı geçti.

Sonra tekrar bahçede ve etrafında gezi çıktım.Bir an kendimi filmlerde ki o kahraman çocuklar gibi hissettim.Sanki ben ailemi korumak için gizli bir göreve çıkmıştım da ailemin bundan haberi yokken kötülerle o bahçede savaşacakmışım gibi hissettim.Sonra da unicorn görmek istedim.Yani bi unicorn görsem çok güzel olacakmış gibi oldu.Bi ara sanki uzakta bi unicorn görür gibi oldum ama o, orada ki çobanın köpeğiymiş.Büyük bir hayal kırıklığıyla geri döndüm eve.

Çaylarımızı içtik.Yemeğimizi yedik ve hava kararmadan tekrar eve dönmek için yola çıktık.Yol yine virajlıydı fakat dediğim gibi annem çok iyi araba kullanır.Eve geldiğimizde yorgunluktan ölebilirdim.Hemen bir duş alıp uyumak istiyordum fakat uzaktan gelen o akrabalar sinirimi darmadağın ettiler.Gece gece ne işiniz var bizim evimizde demek istedim fakat demedim, diyemedim.Mecbur biraz onlarla sohbet edip oturduktan sonra.Kolumu fark ettim.Kolumu derken kolumdaki şişliği demek istedim.Kolumu bir böcek veya sine ısırmış olmalı.Kocaman şişmiş , çok fena kaşınıyor bir de.(Fotoğrafta dirsek gibi görünse de orası bileği ve dirseğim arasındaki kısımdır) Bugün daha fazla şişmiş.Eğer akşama kadar geçmezse soluğu doktorda alabilirim.Neyse diyeceklerim bu kadar.Umarım kolumun şişi iner de bir de bu sıcakta doktora gitmem.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Üşüdüm netimi örtsene anne.

Hafta içleri evdeki bilgisayar sayısının teke inmesi gibi kahrolası bir gerçek var ki yalnızlığımı ve asosyalliğimi kat kat arttırıyor.Ha bir de abimin evde olması da cabası.Televizyonda izlemiyor oluşum hayati belirtilerimin tek tek kayboluyor oluşunu göstermiş bulunmakta.

Ama zaman boş , günlerim bom boş olduğu için okunmayı bekleyen 3-4 kitabımı okudum içim rahat etti.Kitapların gerçek arkadaş olduğunu bize birinci sınıftan beri söylüyorlardı ve bende baş parmağımı havaya kaldırarak onay veriyordum.İyi ki veriyormuşum.Yoksa küçükken öğretmenin bu sözüyle dalga geçen büyüyünce de kitap kurdu birisi olsam kendimden tiksinirdim.

Aslında bilgisayarın olmayışı farklı olayları da beraberinde getirdi.Beni okuyan varsa ve tek sosyal aktivitemin markete gitmek olduğunu biliyorsa bu yazdığıma şaşırabilir evet ama öyle oldu yani.Bi yerlere gidebildim.Bisiklet sürdüm bol bol.Fotoğraf çektim.Arkadaşlarımla buluştum.Evet evet bunları ben yaptım.Bilgisayar yokken boş durmadım.Zamanı değerlendirmeyi iyi başarıyorum galiba,evet.

Ve karne aldım.Ha birde belge tabi ki.Ama okulun son ve ilk günleri kadar nefret ettiğim gün yok.Pazartesi sendromlarnı bile geçebiliyorlar.Nasıl berbat bir gündü anlatamam.Toplu ayakkabılarla düğünden fırlamış ergen kızlarımı ararsınız,saçlarını düzleştiren erkekler mi ararsınız hepsi vardı.

Hele ki erkenden bitti de sağ sağlim eve dönebildim.Boş dönmedim arkadaşımda bize geldi ve uzun bi sürenin ardından (belkide bir sene olmuştur bilmiyorum)  bi arkadaşımı evimde ağırladım.Odamı tanıttım.Ve isim/şehir oyununu (bilmiyorum bilen var mı) oynadık.Bir sürü şebeklik yaptık,kitaplardan konuştuk, eğlenceli günlerimden bir tanesiydi.

Ama hafta sonunun girmesiyle ve ilk pazartesi sendromsuz bir hafta sonu geçirmekle beraber monoton günlerime geri döndüm.

Tam da mutlu oluyordum diyordum ama ben kitaplarımla da mutluyum.Hala bilgisayar elime çok az geçiyor.Ve yine o az zamanların birinde bu yazı yazıyorum.Aslında zamanımı bu yazıyla yazmakla tüketmesem olurdu ama yazmayı seviyorum.

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Poşetten hayaller.

Bugün her hafta sonun da olduğu gibi evdeydim.Ve gene bir film izledim, ardından yarım kalan kitabıma devam etmek için balkona çıktım.Evimizde en sevdiğim yer balkon.Kendimi dışarıdaymış gibi hissediyorum ve açıkçası insanları yukarıdan izlemek güzel geliyor bana.Bazen bazılarının gözden kaçacak hareketlerini yakalayıp saatlerce aklıma geldikçe gülüyorum.Eğlencelidir bizim balkonumuz.
Bugün gene balkonda kitabımı okurken başımı anlık kaldırmamla duygu yüklenmesine maruz kalmam bir oldu.

Bir çocuk. 
Bir eli annesinde bir eli poşetten balonunda.  
Çocuktaki tüm mutluluk, ince bir iple, poşetten balona aktarılıyor.  
Sanki kaçacakmış gibi sıkı sıkıya tutuyor. 
Ve balonunu poşetten yapmış çocuk,yapıtını ayakta tutan rüzgara teşekkür ediyor.
Dudaklarım istemsizce iki yana gerildi.Çocukların hayal güçleri ne kadar da geniş.Şimdiki hayaller gibi poşetten değil.Sanki çocuklar bu zamanda yaşamıyorlar.Gençler ve yaşlılar zamana ayak uydurmaya çalışırken çocuklar hayallerinin,mutluluklarının keyiflerini çıkarıyorlar.Belki de bunun için çocukturlar.

Poşet çocuğun hayali değil.Poşet çocuğun hayaline ulaşması için sadece bir köprü.Fakat gençlerin hayalleri direk poşet.

İnsan bir şeyi isterse,hayal ederse hiçbir şey ,hiç kimse onun önünde duramaz.Galiba mutsuzluğumuzun nedeni biz sadece istiyoruz veya hayal ediyoruz fakat o isteklerimizi ve hayallerimizi gerçekleştirmek için hiçbir çaba göstermiyoruz.Çocuklar gibi değiliz.Çocuklar kadar güçlü değiliz.Çocuklar kadar mutlu değiliz.Çocuklar kadar masum değiliz.Ve çocuklar kadar saf değiliz.

Çocuklar hep uçar.Çocuklar aslında gökyüzünde yaşarlar.Çocukların uçakları vardır.Ve onların balonlarını,uçurtmalarını uçuran,onları gökyüzüne çıkaran onların kalbidir.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Yürüyüş

Bugün normalde okul olması gerekirdi hatta sınavımız bile vardı fakat okula gittiğimde bütün öğretmenlerin grevde olduğunu ve sınavında iptal olduğunu öğrendim.Sınava pek hazırlanmadığım için bu haber beni çok sevindirdi.Arkadaşlarla ne yapalım derken okulun hemen yanında ki parka gitmeye karar verdik.Biraz parkta oturduktan sonra herkes evin yolunu tuttu.

Bende başka bir kaç arkadaşlarımla buluşmaya gitmek için önce eve gittim üzerimi değiştirdim ve fotoğraf makinemi aldım ardından da arkadaşlarımın yanına gittim.Bir iki saat oturduk konuştuk.Fotoğraflar filan derken ben tekrar evin yolunu tuttum.Ve eve kadar yürüyerek gittim.Galiba 30 dk sürdü.Ama yolculuğum çok eğlenceliydi.

Önce kulaklığımı taktım sonra gözlerim güneşten dolayı ağrımasın diye güneş gözlüğümü taktım.Elimde de fotoğraf makinemle çok havalıydım.Desem inanmayın.Ben nasıl havalı olabilirim ki.Bir bizim komşunun kızı değildim sonuçta.Ama bazıları beni turist sanmış olmalıydı ki bana çok dikkatli bi şekilde baktılar.Bende sanki turistmişim gibi davranıp eğlendim.

Her geçtiğim yerde bir fotoğraf çektim en çok arabaları.Fakat yol boyunca bir kere bile vosvos ile karşılaşmadım.Oysa ne kadar çok istemiştim.Fakat yol üzerinde ki tüm eski arabaları çektim.Özellikle de impalaya benzer arabaları.Hiçbir araba ne bir impala,ne bir vosvos ne de bir mustang değildi.

Sonra evimizin hemen yanında duran parka gittim.Fakat 2 hafta önce fotoğrafını çekmeyi planladığım sarı laleleri bulamadım.Yerini yeller almıştı.Mor çiçekler vardı fakat ben lalelerin fotoğrafını çekmek istiyordum.Mor çiçekler kırılmasın diye onlarında fotoğraflarını çektim.Fakat bir sarı lale değillerdi.

Eve dönerken bir çift gördüm.Bankta oturmuş hem sohbet ediyorlar hemde koklaşıyorlardı.İçimden '' Millet parka sevgilisiyle okulu asıp gelir.Sen ise okul tatil olduğu zaman fotoğraf çekmeye gelirsin.İsyeaaan!!''dedim.Ama gene de mutluydum.En azından bir sürü güzel fotoğraf çektim.Yorgunluğuma deydi.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Park

Bugün kuzenimi parka götürdüm.Sıkıldı yazık evde.Çocuk enerjisi işte.Park kalabalıktı.Çocuklar koşuşturuyordu filan.Kuzenim pek koşmuyor kumlarla oynuyor diğer çocukları izliyordu.
Sonra yanıma gelip tahteravalliye binmek istediğini söyledi.Bende bindirdim karşı tarafına geçir bi aşşa bi yukarı sallayıp durdum.Eskiden bende mi bundan zevk alıyordum. Kendimden utandım.Ardından kuzenim aletten inip benim gibi aletin yanına durup bi aşşa bi yukarı sallamaya başladı.O ordan salladı ben burdan salladım ve galiba bi yarım saat böyle karşılıklı sallaştık.Etraftakiler bize deliymişiz gibi baktılar ama biz içimizdeki tüm sinir ve öfkeleri tahteravalliye kustuk.''İkimizde piskopatız, evet'' demek istedim etraftakilere ama sadece tahteravalliye odaklanmak istiyordum.İyi kafa dağıtıyor emin olun.
Sonra yorulup bıraktık bu saçma oyunu.Bi çocuk dikkatimi çekti.Salıncakta oturmuş yavaş yavaş sallanıyor bir taraftan da kendi kendine konuşuyordu.''Acaba hayali arkadaşıyla mı konuşuyor?'' diye içimden geçirmeden edemedim.Benimde var mıydı acaba küçükken hayali bir arkadaşım.Yanlış hatırlamıyorsam 4-5 yaşlarındaki çocukların genellikle hayali arkadaşları olurmuş.Ben şu anda 4-5 yaşında olmak isterdim.Yada hayali bir arkadaş.

11 Mayıs 2012 Cuma

Yağmur,geri verecek buharlaşan sevgimizi diyordu bir müzisyen.

Kendimi başkasının gözünden anlatmak geldi içimden.

Evin içinde aylak aylak dolanıyordu.Bazen evi turlamak bile ona sanki uzak yerlere gidip gelmiş hissi veriyordu.Saat sekizi gösterirken birden yağmur başladı.Aklına balkona çıkıp kitap okumak geldi.Koşar adım kitabını aldı ve balkona çıktı.Saat sekizi çeyrek geçiyordu.Bir eksiklik vardı.Tabi ya kahve koymayı unutmuştu.Hemen kalkıp kahve koydu kendine.(zaten yalnızdı tabi kendine koyacak)Bir süre yağmuru izledi.Sonra kafasını kitaba gömdü.Yağmurlu havada kitap okumak onu rahatlatıyordu.Zaten o yağmuru, bulutların yeryüzündeki senfonisine benzetiyordu.Dünyanın en güzel senfonisi.Fakat on dakikaya bir sinirlenen bulutlar büyük bir gürültüyle etrafa ışık saçıyordu.Yani her on dakikada bir kendini ürperirken buluyordu.Kahvesinin olduğunu fark etti.Kahvesini yudumlarken gene dışarıyı izledi.Bir grup genç kız bir şemsiyenin altına sığışmaya çalışıyor koşar adımlarla gidecekleri yerlere ulaşmayı amaçlıyorlardı.Onlara;
-Bırakın o şemsiyeyi,adımlarınızı da yavaşlatın, yağmurun keyfini çıkarın. demeyi anlık planlamış olsa da  sadece izlemekle yetindi.İnsanların yağmurda şemsiye kullanmalarına anlam veremiyordu.
Sonra tekrar kitabına gömüldü.Kitabı, aylak bir adamın gece birden bastıran yağmurla birlikte sahile gitmesini anlatıyordu.Fakat sahile gidince arkasından eski sevgilisinin de geldiğini fark ettiği ve birbirlerine sarılıp kumsalın tadını çıkardıkları yazıyordu.''Nası imrendim belli değil'' dedi.Kumsalda sevişmek...
Başını tekrar kaldırdığında bir çift yağmurda gülüp,koşup eğleniyorlardı.''Benim demek istediğim tamda böyle bir şeydi''demeden edemedi.Yağmurda dans eder gibi yürüyorlardı.Gülüş seslerini duyunca içi burkuldu.Kendisinin ve o insanların arasındaki uçurum onu korkutuyordu.Zaten bir de yükseklik korkusu vardı.Kimseye tepeden bakamazdı.
Tekrar kitabına daldı.Kitaplar onu bu hayatta bırakmayacak tek şey idilerdi.Ha birde bulutlar vardı tabi.Başlı başına bir huzurun içinde idi şu an.Bazı eksikler olabilirdi.(Mesela şu an ve geçmiş,gelecek anlarda yalnız olması gibi)Genede mutluydu.Satır aralıklarında yaşanan olaylarda onu mutlu etmeye yetiyordu.Hele bir de bulutların senfonisi ile harmanlanmış kitaplardan ayrı bir zevk alıyordu.
Biraz üşüdüğünü hissetti.Vücudunu hani şu tarif edilemez bir -titreme,sarsıntı yada her neyse işte- his kapladı.Hemen kitabını ve boş bardağını alıp içeri girdi.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

''Başına kitap kadar taş düşsün!''

Okulumdan nefret ediyorum.Aslında okullardan nefret ediyorum.Bunun için bir çok nedenim var.İsterseniz  sayabilirim.Mesela sınıfımda birden çok embesil var.Mesela sabah erken kalkmak istemiyorum.Mesela daracık sırada yedi saat oturmaktan kıçım yok oldu.Mesela kendini bi bok sanan öğretmenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor.Mesela okulda hiç yakın arkadaşım yok.Mesela gürültüden her gün kafamdaki filler sevişiyor ve eve aşırı derece bir baş ağrısı ile dönüyorum....
Okulda insanın asıl öğrenmesi istenen,anlatılan dersler değil ders anlatılırken susması gerektiğidir.
 diyor sayın Alper Canıgüz  bir kitabında.Bence çok doğru diyor. Yani hiç konuşmadan 2 saat veya 3 saat geçirdiğim günler oluyor ve bu gerçekten çok sinir bozucu.Ben okulda geçirdiğim saatleri evimde kitap okuyarak geçirsem daha az sıkılacağıma bahse girebilirim.Neyse.
Bugün okulda gene sırama çekilmiş kitabımı okurken arkadaşımın birisi geldi ve beraber dışarı çıkmamızı istediğini söyledi.Ben ise geri çevirdim.Çevirmez olaydım.Başıma taşlar yağaydı da çevirmez olaydım.Bana etmediği laf kalmadı.

Bir daha o da benim istediklerimi yapmayacakmışmış da.Efendim ne söyleyim ben kitaplarla kafayı bozmuşumda.İyice piskopata bağlamışmışım da.Başıma kitap kadar taş düşmüşmüşsün de.Sadece kitaplarla olmazmışmış da.Delirmişmişimde.Kimseyi önemsemiyormuşmuşum da.Dünyaya dönmeliymişmişim de.Zaten hep böyleymişmişim de.Filanmış da falanmış da.

Ben hiç önemsemdim.Kendi kendine konuştu kendi kendine sinirlendi iyice.Birde sınıftaki en yakın arkadaşım olacak.Ben kitaplarımla mutluyum.Dışarıda çıkmam,sınıftan da çıkmam sanan ne lan!Artık gözümden düştü zaten.Bu olaydan sonra sınıftan kimseyle yakın arkadaş filan olmayacağım.Sonra bokunu çıkarıyorlar.
Bir düşün bakalım neden kitaplara insanlardan daha çok önem veriyorum.Bir düşün.Dünyaya dönmek isteyen kim.Dünya, uzayın cehennemi bence.Seni ve senin gibilere yani beni anlamayanlara neden önem veriyim?Size neden hayatımdan zaman ayırıyım?Bir düşün.

En iyi arkadaş kitaptır.Ben bunu bilir bunu söylerim.Güvenebileceğin tek konuşan yaratıktır.Ve bende artık sadece kitaplara güvenip onlara değer vereceğim.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Before-After

Bugün havanın aşırı sıcaklığından dolayı eve kendimi zor attım.Allahım nasıl bir sıcaktı bu.Zaten hayvan okul kıyafetleri üzerime hem bol oluyor hemde kazak terleyince yapışıyor daha da terletiyor iyice sinir oldum.
Eve geldikten sonra iyice terledim ama üzerimi değişince biraz rahatladım sonra atıştırmalık için mutfağa gittim.Yedim filan.Ablamda o sırada Esra Erol'u izliyormuş.Bende bi baktım bi tane adam vardı adı Hakan mı ne.Daha önce izlemiştim bu adamı.Bir sürü talibi geri çevirmişti.Şimdi gitmiş yanına yakışmayan biriyle yemeğe çıkmış.İyice sinir olduktan sonra ''Gönül bu ota da konar boka da'' teoremini kanıtlamış bulundum.
Sonra yarın sınavım olduğu aklıma geldi.Bugün benim sinirlenmem için olaylar ard arda ve etkili bi şekilde gelmeye devam etti.
Sınav sınav sınav.Yarın gene sınavım var.Şu s*ktiğimin sisteminden nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmiyorum.Bizi bi kalıba sokmak istiyorlar ve bu kalıp bana çok dar.Bunalıyorum.Tam 7 saat bi tahtanın üzerinde oturmaktan götüm kayboldu zaten bir de manevi kurallarla bizi iyice robot yapmaya çalışıyorlar.Şimdi bunu okuyan kim olsa ''o zaman bırak okulu zorlamı a*k'' der ama olmuyor işte.Olamıyor.

Her neyse sınava çalıştıktan sonra tekrar ablamın yanına gittim.Canım dondurma istiyor dedim.Git biraz daha çalış biraz sonra  hem yürüyüş yaparız hem dondurma alırız dedi.Bende biraz daha çalıştım ama bi b*k anlamadım.Sonra tam çıkıyorken annem geldi ve o da gelmek istedi bizimle.Bizde hep birlikte çıktık dışarı.Yavaş yavaş hem yürüdük hemde dondurma yedik.

Sonra şurdan şööyle dönelim sonra eve gidelim derken bir alışveriş merkezinin önünde bir vosvos gördüm.Çok güzeldi.Tabi benim böyle arabalara zafımın olduğunu bilen annem hemen ''Daçmiş goşş'' demedi ''Beyza bak ne güzelmiş'' dedi.Keşke daçmin goş deseydi.
Neyse.Biraz ilerledikten sonra arabanın içindeki adamı gördüm.Elinde de uykusuz vardı.Oh oturmuş arabasında uykusuz keyfi yapıyordu.Nasıl imrendim nasıl kıskandım belli değil.Eğer orası bir film seti olsaydı ve bizde bir film karesinde yer alıyor olsaydık eğer adamın yanındaki sevgiliyi canlandırmak için neleri vermezdim.
Bir de fotoğraf karesi alsaydım eğer.Kendi fotoğrafımın altına ''before'' , arabanın içindeki adamı kız yapıp altına ''after'' yazardım.
Hoş olurdu.
Güzel olurdu.
Umarım olur.

2 Nisan 2012 Pazartesi

Son sayfada bir hüzün kaplıyor içimi.

Bugün Sabahattin Ali üstadımızın ölümünün 64. yıl dönümü.Onu saygı ve sevgiyle anıyorum ve şunu söylemek isterim ki benim son sayfasını okuduktan sonra ağladığım tek kitaptır Sabahattin Ali'nin yazmış olduğu Kürk Mantolu Madonna.Diğer kitapları da muhteşemdir.Şüphesiz.Ama Sabahattin Ali'nin okuduğum ilk romanı olmasıyla birlikte, yazarına hayran kaldığım ve beni gerçekten derinden etkileyen bir kitaptı.Defalarca okuyabilirim.Her seferinde de ağlayabilirim.
    Sabahattin Ali 1948 yılında Türkiye’den kaçmaya çalışırken öldürülmüş,cesedi ise aylar sonra Bulgar sınırına yakın bir ormanda bulunmuş.
    Diyorum ki neden güzel düşünen,güzel yazan ,güzel gülen insanlar hep öldürüldü?Ve bulduğum tek cevap şu oldu ; mükemmel oldukları için.
   Ben insanları hiç görmeden,konuşmadan da o insanları sevebileceğimize inanırım.Sabahattin Ali'de bunlardan bir tanesi.Romanın da sanki onunla konuştum.Gerçekten kahvelerimiz alıp sohbet ettik biz.
  Diyeceğim şu ki Sabahattin Ali ve Kürk Mantolu Madonna benim için çok özeller.Değer verdiğim nadir kitaplardandır.Değer verdiğim nadir yazarlarımızdandır.

''Bu akşam anladım ki,bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.Gene bu akşam anladım ki,onu kaybettikten sonra,ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.''


Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna



22 Mart 2012 Perşembe

Bulutlara dönen pedallar.

Gözümü açtığımda güneş bana günaydın desin.Sen masum uyuyuşun ile beni kendine tekrar aşık et.Bir öpücük kondurayım masumca.Hafif öpücüğüm ile aç gözünü.Kuş cıvıltıları sarsın dört bir yanı.Güneş sana da merhaba dedikten sonra yataktan çıkalım ve muhteşem bir kahvaltı hazırlayalım.Güzelce enerji depolayalım  vücudumuza.Gülücükler eksik olmasın yüzümüzde.Sonra bu gün bisiklet sürme günü olsun.Bu güzel günü bisiklet sürerek geçirelim.Böcekler keşfedelim.Yarış yapalım.El ele tutuşup,yan yana sürelim bisikletlerimizi.
Çimenlerin keyfini çıkaralım.Mesela çimenlere uzanıp bulutlarla hayaller kuralım.Sonra bulutlara dönsün pedallarımız.Bisikletlerimizle uçalım.Kuşlara selam verelim.Tepeden tırnağa mutlulukla dolalım.
Yorulunca birbirimizi çekiştirip duralım sonra daha fazla dayanamayıp yere yatalım.Çimenlerde mis gibi bi uyku çekelim.Uyandığımızda ise gün batımını izleyelim.İkide bir seni çok sevdiğimi fısıldıyım sana.Masum bir bakış fırlat oradan bana sonra beni kovalarmış gibi yaklaş bana bende bu gelişine tepki olarak kaçıyım senden.Ağaçlar arasında kovala sende beni.Yakalayınca bir öpücük kondur ve bisikletlerimiz alıp evimize dönelim.
Gelecekteki sevgiliye not vol .8

20 Mart 2012 Salı

Terazi.

   Bugün ilkbaharın ilk günü.Ne kadar neşe verici bir kelime ''ilkbahar''.Her tarafı kuş cıvıltılarının sarması , sokakların boş olmaktan çıkıp çocuk sesleriyle dolup taşması çok güzel.İnsanın içine bir mutluluk,huzur,heyecan aşılıyor ilkbahar.
   Ama benim kursağımda kalıyor bu mutluluk,huzur ve heyecan.Çünkü yalnızlık kursağımda ve her şeyi engelliyor.Artık evde durulmaz yani insanın kendini sokaklara atası gelir.Biraz özgür olmak, nefes almak,gezmek , koşmak , bisiklet sürmek ve bir çok şey yapmak ister.Bunların hepsi için güzel günler var önümüzde.
Havaların ısınması ile herkes dışarıda olacak.Çekirdek çitleyip gezecek,parklar dolup taşacak.Ben ne yapacağım peki evde oturup bir taraftan buraya yazıp bir taraftan da o insanları kıskanacağım.Bu.
    Yalnızım çünkü.insan yalnız olunca ilkbahardan bile zevk almıyormuş.Sabah güneşin doğması bir anlamı ifade etmiyormuş bunu anladım.Tabi kendi başıma da giderim gezerim,bir parkın sakin bir köşesinde kitap okuyabilirim ama bunları yapmakta bir yere kadar.Yani demek istediğim benim kitap okumaya da ,kabul ediyorum yalnız kalmaya da ama  mutlu olmaya, eğlenmeye de ihtiyacım var.Onları atlarsam eğer diğer yaptıklarımdan da zevk almamaya başlarım ve bunun sonucu kötü olur.Kitap okumaktan nefret ettiğimi düşünmek bile istemiyorum mesela.Terazi işi gibi.
   Bir şeyler gitti , yeni şeyler geldi.Neler oldu neler bitti ve ben hala yalnızım.Hayatıma girecek , en yakın kimsem olacak kişi her kim ise bir an önce gelsin istiyorum.Gezelim,eğlenelim ,sokakları tanıyalım,insanlara karışalım , yazın keyfini çıkaralım istiyorum.Artık hafta sonlarını boş geçirmek istemiyorum.Çünkü bu havalarda sadece çalışma masası ile yatak arasında gidip gelmek gerçekten çok sıkıcı.
 Mesela paslanmış bisikletime bir yenilik yapıp , temizleyip onu sürmek istiyorum.Kaykayım da bana benzetmekten çıksın o da sokakları görsün istiyorum.Gökyüzünün ciğerime dolmasına izin verip güneşle sohbet etmek istiyorum yada geç kararan günlerde bir çekirdek alıp parklarda sohbet etmek istiyorum.''Dondurma mı yiyelim kola mı içelim'' tartışması yapmak istiyorum.
  Bir kaç kişi sadece bir kaç kişi beni önemsesin , sevsin, benimle birlikte olsun , benimle  zaman geçirmeyi sevsin,benim yapmak istediklerimi oda yapmak istesin istiyorum.
   Çok mu şey istiyorum?

13 Mart 2012 Salı

Yalnızlıktan kurtulmaya ihtiyacım var.


  • Bu aralar sadece birine sarılmaya ihtiyacım.
  • Sarıldığım an vücuduma aşılanan o güvene ihtiyacım var.
  • Konuşmaya ihtiyacım var.
  • Kelimelere ihtiyacım var.
  • Anlatmaya ihtiyacım var.
  • Dinlemeye ihtiyacım var.
  • Gülmeye ihtiyacım var.
  • Güvenli bir omuzda içimi boşaltmaya ihtiyacım var.
  • Saatlerce gözlerine bakıp kaybolacağım bir insana ihtiyacım var.
  • Gülmeye ihtiyacım var.
  • Beraber gezebileceğimiz iki bisiklete ihtiyacım var.
  • Bulutlara ihtiyacım var.
  • Bulutları izleyen çimenlere ihtiyacım var.
  • Çimenlere yatıp her şeyi unutmaya ihtiyacım var.
  • Şakalaşacağım birine ihtiyacım var.
  • Çılgınlar yaparken sadece eğlenen birine ihtiyacım var.
  • Arkadaş sevgisine ihtiyacım var.
  • Martı olup uçmaya ihtiyacım var.
  • Bulut olup ağlamaya ihtiyacım var.
  • Saatleri denizi izlemeye ihtiyacım var.
  • Bana her şeyi unutturacak birine ihtiyacım var.
  • Yada bunlar olmazsa sadece bir kaç kilometre,bir kulaklık ve bir kitaba ihtiyacım var. 

Geç kalınmış düşler.

   7 aydır ne bir yakın arkadaşım var ne de bir sevgilim.Aslında sevgilisiz iyim yani hiç çekemem manita dırdırını ama yakın bi arkadaşım olsaydı iyiydi.Yada benimle anlaşabilecek,her şeyimi anlatabileceğim bir kişi olsaydı da olabilirdi.Kim olduğu fark etmez.
   7 ay önce çok neşeliydim,mutluydum en azından yalnız değildim.Beni dinleyen,anlayan,yanımda olan,destekleyen arkadaşlarım vardı ama gel gör ki onlar toz olup uçtular.Keşke hala yanımda olabilselerdi.Keşke hala onlara bir şeyler anlatabilseydim.Maceralarımıza devam edip eğlenseydik.
  Bu gece rüyamda o en sevdiğim arkadaşlarımı gördüm.Hep birlikte bir apartman bahçesinde oturuyorlardı ben ise 5. veya 6. kattan onları izliyor onların yanına gitmek için can atıyordum.Ama annem beni bir şekilde oyalıyor şunu yap öyle in aşağıya diyordu.Bende hızlı hızlı her şeyi yaptım tam aşağı indim apartmanın kapısında bir kalabalık benim oraya gitmemi engelliyormuş gibi birlik olmuşlardı.Tam onlardan da sıyrıldım derken bir baktım ki arkadaşlarım gitmiş.
  Ben tabi çok üzüldüm ama sonra pek yakın olmadığım ama yinede sevdiğim bi arkadaşım geldi ve beni avutmaya çalıştı.Ben ondan sıyrılıp arkadaşlarımı aramaya gittim.Ama kimseyi bulamadım.Düşümde bir kez daha kaybettim ben onları.Düşümde geç kaldım.
   Etkilendim ben bu rüyada ve özlem duygusunun gücünü keşfettim.gerçekten çok güçlü bir duygu.Çaresizliğide beraberine katıp insanı çürütebilir.
   Şimdi ise kimse yok.Beni anlayan ,beni dinleyen,benimle zaman geçirmek isteyen,düşüncelerimin uyuştuğu kimse yok.milletin ne boktan derdi var.Saçma saçma.Gerçekten çok saçma geliyor bana onların davranışları,düşünceleri,üzüldükleri şeyler bile saçma.Onlarında beni umursadıkları söylenemez hani.Mesela;
  Ben okula otobüsle gidiyorum son 2 aydır.Önceden servis ile gidiyordum ama çok dolanıyordu filan yapamadım bende otobüsler gitmeye karar verdim zaten otobüsünde servisten bi farkı hem daha ucuz hemde beş dakikada şipşak okuldayım.Otobüs candır hacı.Neyse bu otobüste aynı okuldan olduğum bir sürü kişi var zaten otobüs bizim okula çalışıyor sanki.Ful bizim okulun yolcuları var.
   Bir tanesiyle nasıl oldu bilmiyorum ama arkadaş olmuşum.Okula beş dakika filan beraber yürüyoruz.Ama o kızla arkadaş olduğum güne lanet olsun.Lanet olsun bu hayat lanet olsun bu sevgim der arabeske bağlardım ama neyse.
    Ben  kulaklığımı takmış okula doğru yürürken yanıma bu kız geldi yine.Oracıkta katil olabilirdim.Ya gelmiş bana babasının sürahiyi nasıl kırdığını anlatıyor.Kulağımda kulaklık olmasına rağmen.Zaten otobüse bindiğimden beri babası,kuzeni ve kardeşleri dışında bi şey konuşmadık.Konuşamayız da herhalde.
   Ya arkadaşım görmüyor musun kulağımda kulaklık var seni dinlemiyorum.Baban veya kuzenin umrumda bile değil.Bi siktirip gider misin? demek istedim.Diyemedim ama çok istedim.İçime oturdu  bu kelimeler.Bir de şöyle bir şey var bir şeyler anlatmadı mı sürekli ağzında saçma saçma şarkılar mırıldanıp duruyor yanımda aslında mırıldanmıyor bildiğin orada konser veriyor yani.Bu konserin işitme engelliler için olmasını dilerdim.Ama bir tek ben vardım.
   Ama kafamı sikti yani kız.Evini,sınıfını,kuzenini her şeyini biliyorum artık.Bunları bileceğime biraz matematik anlatsaydı bari işime yarardı.Tı allam ya.
   Sonra Beyza niye yalnız.Beyza niye hiç bizi dinlemiyor.Tabi dinlemem amk bana ne senin özel hikayelerinden sanki bulutlardan bahsetti de bende dinlemedim.!
  İşte sorun da bu anlama,dinleme,konuşma,düşünme,istek,zevklerimiz her şeyimiz farklı insanlarla.Onun için ben şu an bu haldeyim.Onun için eski, beni anlayan ve zevklerimizin aynı olduğu arkadaşlarımı çok özlüyorum.

1 Mart 2012 Perşembe

Yorgunluk filmi.

            Bugün okula gitmediğim için sevinip hastaneye gitmem gerektiği için üzülerek uyandım.Mutluluk ve üzüntü karışımı bir şeydi.Tam çözemedim bende.
          Her neyse sabahın o buz gibi soğuğunda hastaneye gitmek işkenceydi.Boğazımın altında oluşan beze gibi bir şey yüzünden gittik.Aslında bir senedir yoklardı.Yani bir sene önce ilaç kullanmıştım ve geçmişti şimdi tekrar geldiler ve hiç hoş gelmediler.
       Hastahane kokuları vardır bilir misin?Aslında bu gün bir şeyi daha fark ettim artık hastaneler hastane gibi kokmuyorlardı.Galiba gelişimin getirdiği tek avantaj bu.Bunu şimdi fark ettim.Tam bu yazıyı yazarken.Bu koku hastanedeyken burnumun ucundan bile geçmedi.O koku yoktu bugün.
Ama ben hastanelerden oldum olası nefret etmişimdir.Hatta;
+En kötü günüm hastanede geçti.
-Hangi gün?
+Doğduğum gün,
diye bi şey okumuştum.Hak veriyorum yani.Bunun içindir ki doğum günlerimi kutlamam ben kutlasam bile kutlayan kimse olmaz onun için bi sorun yok.
     Ben genellikle hastalanmam yani hastaneye pek sık gitmem ve gittim mi midem bulanır çünkü en büyük dertler hastanelerdedir.Nice insan hayata gelmiş nice insan hayatını kaybetmiştir.Kimileri güle oynaya çıkarken ,kimileri artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını düşünerek çıkar,kimileri ise sevdiği insanı kaybederek.Ve bence hastaneler kutsal bir mekandır.Çünkü en kutsal olaylar orada gerçekleşiyor , doğum ve ölüm.
    Benimki abartılacak bir hastalık değildi.Her zamanki gibi bir kaç test yapıldı.Ve doktor yorumlarını yaptı.
+60 tane iğne yazıyorum.
   Evet bu cümleyi bana doktor kurdu.Orada düşüp bayılacam sandım.Sağlıklı geldiğim hastaneden hasta şekilde çıkabilirdim o an ,çünkü kalbim duruyordu neredeyse.Abarttım sanırım ama gerçekten derin bir ''oha'' çektim.Sonra doktor şaka şaka deyince de derin bi ''oh'' çektim.
 Çok önemli bir hastalığımın olmadığını söyledi doktor.Bir kaç hap ile oradan çıktık.Hava buz gibiydi.Soğuk iliklerime işledi resmen.Karla karışık fırtınanın ne demek olduğunu biliyorsanız demek istediğimi de anlarsınız.
    Eve gelmeden pastaneye uğradık  ve sonun da eve geldik.Heme üzerimi değiştirdim.Size eşofmankolik olduğumdan bahsetmiştim sanırım.Kendimi daha rahat hissediyorum eşofmanın içinide.
   Günün geri kalan kısmı okul olmadığı için boştu ve bende film izlemeye karar verdim.Mısırım patlarken hangi filmi izleyeceğime karar verdim ve '' Eternal Sunshine of the Spotless Mind'' filmini izledim.

 Film güzeldi.Zaten bir kaç kere ismini duymuştum izlemek bu güne kısmetmiş.Ayrıntılara odaklanınca gerçekten çok güzel bir filmdi.
Film kısaca ; bir aşk hikayesini anlatıyor faka bu aşk hikayesi norma bir hikaye değil.Ayrıldıktan sonra çiftimiz birbirlerinin beyninden birbirlerini sildiriyorlar.Bu olayı önce kız tarafı başlatıyor.Erkek tarafı ise kızın onu sildirdiğini duyunca, sildirmeye karar veriyor.Ve silme işlemi bir gece de oluyor.O gece de erkek tarafı kendi beyninde silme işlemi devam ederken silmekten vazgeçiyor ve dayanışması ekrana getiriliyor.Sonrasında kız tarafı erkek tarafının beyninden siliniyor.Silindiği an kız erkeğin kulağına tekrar buluşacakları yeri söylüyor.Erkek sıfırdan başladığı hayatına oraya gitmeyle bir adım atıyor.Ve tekrar o kızla tanışıyor bu sefer mutlu oluyorlar.Birbirlerini daha önce gömüş ama görmemiş olarak.Aynı şeyleri tekrardan yaşıyorlar.Galiba filmin ismi bu yüzden Sil Baştan.Ve filmden bir kaç cümle aktarmak istiyorum.

  • Sürekli konuşmak iletişim kurmak değildir.
İşte bu dediğim ilk cümle.Bende bunu anlatmak istiyordum aylardır.Ve film duygularıma tercüman olsada kime anlatıyım ki.Her neyse bu söz benim söylemek istediklerime tercüman.Neden konuşmuyorsun diyenlere de cevabım olsun.


  • Sevgililer günü , insanlar kendilerini berbat hissetsin diye tebrik kartı şirketleri tarafından icat edilmiş bir gündür.
Bu kısımda da 'Al işte adam lafı koydu , son nokta yani,şunu bi anlayamadılar gitti!' dediğim kısımdı.Gerçekten sonun kadar hak veriyorum.Ve son olarak.
   

  • O zaman beni en derinlerde bir yerde sakla.
Burası duygu yüklü bir bölümdü.Erkek tarafının (ben başından beri erkek tarafı mı diyorum erkek demek istediğimi anlamışsınızdır umarım) kızı unutmamak için gösterdiği çabalardan bir kesit.İnsanlar sevdiklerini o kadar derin yerlerde saklamalılardır ki tekrar hatırladıklarında ki duygu her zaman onlara tad vemelidir.Ve sevgiye değer görülen birisi daima en derinlerde saklanmalıdır.
           Ve filmdeki çiftler birbirlerini nasıl kabullenmek istediklerini anlıyorlar.Birbirlerinin kötü yanlarını bilerek yapıyorlar bunu.En iyisi de birbirlerine olan duygularını açık açık söyleme fırsatı yakalıyorlar.Ama bu aralarında ki bağı koparamıyor.
     
            Bu kadarını bilin ve izlemediyseniz mutlaka izleyin derim.

27 Şubat 2012 Pazartesi

İstanbul Martıları

(Bugün değil dün.)
3 haftadır evden dışarı çıkmadığım yani yine tek sosyal aktivitemin markete gitmek olduğu günlerde babam abime beni biraz dışarı çıkarması söyledi.Sıkıldığımı anlamış gibiydi.

Biz de  çıktık abimle dışarı.Aslında önce sinemaya gidelim dedik.Hani şu son günlerde dillerden düşmeyen derslerde bile söz konusu olan film '' Fetih 1453'' .Neyse gidelim dedik.Hani çok merak filanda etmiyorum ha.Şu o filme gitmeyenleri vatan haine yapan insanlara -yani sen vatan sevgisini bir filme sığdırıyorsan ve o filmi parayla satın alıp vatan sevgini de ona göre ölçüyorsan diyecek bir şeyim yok- inat gidelim dedik.Daha doğrusu ben dedim.İçimden.

Alışveriş merkezinin sinema bölümüne bi baktık ve hemen uzaklaştık o bölgeden.Abov o neydi öyle.Galiba okuldaki tüm öğretmenlerimi gördüm.Bir sıra bir sıra Allahım evlerden,dillerden,illerden ırak.Dört salon açmışlar hala tıklım tıklım dolu.Bizde yer yoktur zaten diyerek çıktık oradan.Yolumuzun üzerinde ki Kitapsan'a uğradık.

Kitapsan'a  veya D&R'a uğradığımda kendi evime gelmiş gibi oluyorum.Alışveriş merkezinin kalabalığını,gürültüsünü,kokusunu filan bir araya toplayıp tekmeyi yapıştırıyor adeta.Oyuncaklar,dergiler,filmler,defterler,saatler,renkli renkli kalemler,dünya klasikleri,Tolstoylar,süsler,ayraçlar,-komiklikler,şakalar demeden konuya döneyim- beni benden alıyor.Hani şöyle hepsini toplayıp odama götüresim,bütüm kitapları okuyasın,bütün filmleri izleyesim,bütün ayraçları kullanasım falan geliyor.

Neyse ben bütün bunları içimden geçirirken sessizce yeni kitaplara filan baktım.Hatta Jon Verdon yeni kitap çıkarmış inceledim filan derken şu ne zamandır istediğim kitap ayraçlarından gördüm.Hemen abimle baktık ben bir tane seçtim abimin zaten olduğu için o almadı ama ben kuşlum falan çok güzel yani şöyle;güzellisinden bi şey aldım.
 Kuşlara olan zaafımı bilen abim al işte tam senlikmiş dedi.Ama onlar kuş değil, martı.İsatanbul Martıları.Bu tür bir ayraç ne zamandır istiyordum böyle hep içim gidiyordu alamadığımdan değil üşendiğimden alamıyordum işte kısmet bu güneymiş.
Arka tarafı da  çok güzel.Şöyle yazıyor arka tarafında;


''İstanbul Martıları
En eski İstanbullu olan martılar , birçok şaire ilham kaynağı olmuştur.Gece karanlığında ,şehrin ışıklarının aydınlattığı gökte hırçın serseriler gibi gibi uçuşurlar.Vapurda yolculuk arkadaşı olup,elinizden simit yiyecek kadar rahat ve şehre hakimdirler.Martısız bir İstanbul düşünülemez.İstanbul'un olmazsa olmazıdırlar.''

Ben zaten bunu okuyunca bir hoş oldum.Sanki o ayraçlar ben oraya gidiyim,onları görüyüm,alıyım mutlu oluyum diye konulmuşlar.Sanki benim İstanbul'u, İstanbul Martıları'nı , boğazı , vapuru çok sevdiğimi biliyorlarmış gibi.
Neyse ayraç , yine üzerinde kız kulesi olan bir defteri ve dergimizi de alıp çıktık oradan.Baktık daha vakit var birde elektrik mağazasına falan girdik.Şu hani bilgisayar,telefon gibi şeyler satılan yere.

Bilgisayara bir göz gezdirdik.Güzel aletler yapmışlar yemnediyom var ya annemin tabiriyle 'başımıza taş yağacak' bu 'oha çok şaşırtıcı','vay anası' gibi sözlerin annem çevirmesi.Ama gerçekten süper bilgisayarlar var.

Sonra fotoğraf makinelerinin olduğu bölüme geçtik.Yukarıdaki fotoğraflardan belli olacağı gibi fotoğraf makinemiz bozuk.Abim istediği makineyi gösterdi.Ama süper alet! Birde yanında küçük bi alet vardı aynı markanın bunu da sana alırız dedi öyle bi ayak üstü gelecek plan yazdık geçtik.Umarım alırız.

Bu bölümden sonra müzik çalarların yanına gittik.Ben bu kulaklık kablolarından isyan ettim.Ne biçim bi şey o öyle ya dolanıyor,takışıyor falan ıyk.Resmen iğreniyorum ya.Derken kablosuz müzik çalar gördük.Abimle ikimzi birden ve derinde bir 'oha' çektik sonra bunu da ileride alınacaklar listesine ekleyip geçtik.
En son telefonlara baktık ama onlara pek takılmadan çıktık oradan da.

Sonra abim burası iyice mide bulandırıcı oldu (kalabalık ve mısır mı yemek mi her neyse o kokudan dolayı) dedi ve çıktık alışveriş mağazasından.
Kalabalıkta on dakika falan arabayı aradık ve sonunda bulup eve gittik.

Güzeldi ya evet ,evet güzeldi.

23 Şubat 2012 Perşembe

Seviyorsan git konuş bence.

Yine sıkıcı bir okul günüydü.O dersten o derse sıkılıyorduk işte.Bende kendi sıra alanımda bir şeylerle uğraşıyor ,etrafı izliyor,şakalaşıyordum filan.Ders müzikti.Müzik hocasını severim.Hani hazır cevap, sana orada küfretse o verdiği cevaptan daha hafif kalacak hocalar var ya o tiplerden di.Benim tanıdığım müzik hocaları genellikle birbirine benziyordu zaten.Tip olarak.

Her neyse.Sınıflarda hani şu sevilmeyen,sık sık kendini kontrol edemeyen,becerdiği kız sayısının oldukça fazla olduğu tipler olur hani.Ama her sınıfta en az bir tane olur bu tiplerden.Bizim sınıfta da doğal olarak vardı bu tip bir öğrenci.Ve benim sıra arkadaşıma açık açık yavşıyordu.Sıra arkadaşım  bir arkadaki sıraya geçmişti o derslik.Açıkçası sıra arkadaşımı da pek sevmem.Orospu gibi davranıyordu.Bi cilveler bi yavşamalar falan.Sürekli saçıyla oynar seksi olmaya çalışırdı ama pazardaki göbekli teyzeler bile ondan daha seksiydi bence.Yapmacık oluşundan kaybediyordu bi kere o.

Neyse.Bu çocuk da geldi benim yanıma oturdu.Bende bir şey demedim çünkü böyle tiplerde eğer karşı çıkarsan daha ısrarcı davranır ve saçma sapan hareketler yapıp seni rahatsız etmeye çalışırdı.

Ders başladı.O kadar sıkıcı o kadar sıkıcı bir dersti ki sormayın gitsin.Bi ara yanımda oturan o çocuğun dosyasındaki kocaman Beyza yazısını gördüm.Çünkü bu tiplerde genellikle kız ismini bir yerlere yazmak utanç verici bir şeydir.
'Kim bu?' diye sordum.
'Bir buçuk sene sevdiğim ve gidip sevdiğimi söyleyemediğim kız'dedi.Sonra biraz daha konuyu açarak anlatmaya başladı.'Bu kızı bir buçuk-iki sene sevdim ama gidip de sevdiğimi söyleyemedim.Arkadaştık ve eğer beni terslerse ve benden soğursa arkadaşlığımızın bozulmasından korktum'dedi.
Ben biraz üzüldüm tabi.Yani hiç beklemezdim bilmem kaç tane kızla gönül eğlendirmiş birisin gerçekten birini seveceğini.Sonra devam etti.' Sonra yollarımız ayrıldı.Bende pişman oldum ve sonrasın önüme gelen kıza çıkma teklifi ettim.Çıktım ve ayrıldım.Çıktım ve ayrıldım.Aslında hiçbirini gerçekten sevmedim'dedi.Ben anlıyormuş gibi kafa sallayıp dersi dinlemeye ama aslında yanımda oturan ve sınıftaki herkes öyle görünmüyor gibi olsa da üzülen çocuğu düşündüm.

Hayat bazen bazı şeyleri yapmamız için bizi zorluyor sanki.Bazı acıları, bazı kötülükleri yapalım , değişelim diye veriliyor sanki.Sanki tüm bu olanlar bizim suçumuz değilmiş gibi üzerimizden yükü atmaya çalışıyoruz bizde.Ama en çok düşündüğüm ise şu oldu.Seviyorsak gidip içimizden ne geçiyorsa o kişiye söylememiz gerekiyordu.Sonra bazı şeyler için çok geç olabilirdi ve pişmanlıklar hayattaki en yıpratıcı şeylerden birisi.

21 Şubat 2012 Salı

Değişim.

Son 2 senedir kişiliğim,hareketlerim,düşüncelerim sanki bir süzgeçten geçirilmiş gibi.Yaptıklarıma şaşırıp yapacaklarıma anlam veremiyorum.Bu beden,bu düşünceler benim değilmiş gibi.Beni ben yapan şeyler gitmiş yerini sahte davranışlar,sevgiler,insanlar,duygular almış sanki.Kendimi tanıyamıyorum.Bazen aynaya bakınca sanki karşımda yabancı bir insan duruyormuş gibi oluyor.
Artık kimseyle konuşmuyorum mesela,birisine iyi davranmıyorum,biriyle tanışmak ,insanların arasına katılmak istemiyorum.
Çünkü insanlar küçükken oynadığım oyuncak bebeğim kadar sahteler.Güvenmiyorum onlara.Anlatmıyorum,dinlemiyorum,önemsemiyorum,istemiyorum,düşünmüyorum.. çünkü bunları yaparak sadece kendime zarar veriyorum.
Duygularımın alındığını hissediyorum birde.Kimseye karşı hiçbir şey hissedemiyorum.Ne kızabiliyorum,ne sevebiliyorum ne de aşık olabiliyorum.Sürekli insanları geçiştiriyorum.Ailem dışında değer verdiğim insan sayısı yok denilebilecek kadar az.Verdiğim değerlerin karşılığı gelmeyince oluyordur belki  , bilmiyorum.
Ama alıştım böyle yaşamaya.Yani eskisi kadar kafamda tilki yok.Odaklanmam gereken şeyler az.Ve bu bana huzur veriyor.Kafamı dinliyorum.Kendimi dinliyorum.Etrafı sadece izliyorum.Ve böylesinin daha iyi olduğu hakkında tek bir şüphem bile yok.

19 Şubat 2012 Pazar

Tozlu raf da neyin nesi? vol1

Artık burada okuduğum kitaplar hakkındaki yorumlarımı da paylaşmaya karar verdim.Ve evet bu kararı bugün bitirdiğim kitabın etkisiyle aldım.
Bir kitap daha yerini aldı odamdaki tozlu raflarda(.Evet tozlu çünkü annemi odama daha doğrusu odamdaki temizliğe eşlik etmesini istemem.Yada bu cümleyi tamamen edebiyat yatmak için kullanmış da olabilirim bilmiyorum.)
Kitap.Aslında sadece bir kağıt yığını gibi görünüyor ama aslında kitaba adını veren o kağıt yığının arasındaki harflerdir diye bir edebiyat daha yaptım size.Neyse ben şu kitabı inceleyim   daha fazla konudan sapmadan.
Bugün 'Aklından Bir Sayı Tut' kitabını bitirdim ve kitabın büyük bir kısmında 'vay canına' Hasssiktir' gibi kelimeler kullandığımı söylemeden geçemeyeceğim.Kitap bölümlerden oluştuğu için her bölümünün bitişinde bir 'vay canına' kelimesi evde yankılandı.
Kitapta bir cinayetin ama oldukça sıra dışı bir cinayetin basamaklarını yer alıyordu.(Ve ilk basamağı insanın kanını donduracak biçimdeydi.Bu basamakta katilin kurbanın aklından tuttuğu sayıyı bilmesi ile ortaya çıkmıştı.Gerçekten anlam veremediğim bir bölümdü ve kitabı bitirdikten sonra hala bir anlam veremedim.Okuduysanız ve nasıl sayı bildiğini biliyorsanız bana anlatmanızı rica ederim.)
Özel ve zeki bir dedektifin ağzından anlatılan kitap gerçekten bir gerginlik havası yaratıp,hızlı kalp atışlarına sebep oldu.Bitirdiğim için çok mutluyum çünkü kitabın son sayfasını çevirdikten sonra artık neler olacak diye bir düşüncem kalmadı.Ve katilin kim olduğu konusunda tek bir fikrim bile yoktu ama beklediğim gibi hiç beklemediğim birisi çıktı.Katil öylesine zeki öylesine planlı bir kişiydi ki aslında şizofren diye aklımdan geçirmedim değil.Ama her zeki olan, şizofren olacak diye bir şey söylemiyorum sadece geçmişi bu kişiyi hırçın yapmış.Ve kitabın son bölümlerinde zeki bir dedektifle zeki bir katilin konuşmaları , taktikleri ağzımı açık bırakmaya yetti.Neyse son söyleyeceğim şey kitabı okumalısınız ve gerçekten son kelimesine kadar içinde yaşıyormuş gibi hissettiğiniz kitap olacaktır.
Bu sadece bir yorum ve sonun bence demesem ayıp olacakmış gibi hissettim.Bence.